İnsanları genelleyerek bir iki gruba ayırma kolaycılık. Oysa her biri kendine özel ve farklı. Her biri ayrı. Ancak yine de arada basitleştirme veya en azından bazı kriterlere göre sınıflandırma kolaylık sağlıyor.
Ben üniversite öğrencilik döneminde çalışmaya başlayıp, sonra da devam ettiğim yabancı bir bankada dolar bazlı maaş alıyordum. O zamanlar kendimi denemek için kamunun sınavına girmiştim. “Sözlü”lerden sonra kazanmış, uzun uzun bol rakılı düşünmeler sonucunda da ODTÜ’de aldığımız ve bilinçaltımıza işlenen “devleti kurtarma görevi” ile TL bazlı ve neredeyse yarım ücretle kamuya geçmiştim. ODTÜ’deki çok değerli hocalarım “Geçme” dese de biraz da “ahlaklı bir kapitalist” olan çalıştığım bankanın Türkiye temsilcisinin bir abi nasihati ile kamuya geçtim. 16-17 yıl 2007’ye kadar da aralıksız çalıştım.
Kamuda “Devlet memuru” çok idi. Ben kendimce “devletin memuru” olmak istedim. Olabildimse ne mutlu bana.
“Devlet memuru” çalışsa çalışmasa görev verilmese de ay sonu maaşını alan, mümkünse işlerden, yeni bir şey yapmaktan, işleri kolaylaştırmaktan uzak duran bir tutum ve davranışı temsil ediyordu.
Bir bürokrasi atasözü der ki “çalışan memurun işi çalışmayanın maaşı/geliri artar”. Devlet memurlarında özellikle kendiliğinden bir şey yapmama, talimat ile harekete geçme en belirgin özellikti. İnisiyatif kullanmama, karar alma sorumluluğu hep bir yukarıya bırakma hali de benzer davranışlardandı.
Bu suya sabuna dokunmayan, ayın sonunu bekleyen, maaşı ile ancak var olan ama maddi açıdan çok da varlıklı olmayan bir yapıyı oluşturuyordu. Emekli eden, arada yurtdışı görevleriyle ihya eden, yazlık, ev araba aldıran, genellikle yapı kooperatif üyesi bir familyaydı. En azından eskiden öyleydi.
Bunlar bir anlamda “Banane” grubu idi. Yani kendisini doğrudan ilgilendirmeyen ve uzak durabiliyorsa bulaşmayan, karışmayan, taraf olmayanlar grubu. Öyle ki; bu türde bir amire “efendim deprem oldu” deseniz, “bana henüz bu konu ile ilgili bir yazı havale edilmedi” diyebilir. En kritik süreli yazıda “arz ve rica” karışmış ise yanıt vermeyebilir. Değil proaktif olmak gördüğünü bile yapmamak için gerektiğinde karışık dönemlerde yıllık izin kullanan, aman o imzam bir şeye neden olur, ileride soruşturulur diyenlerdendir. Bunlardan çokça gördüm, birlikte çalışma, gözlemleme deneyimine eriştim.
Bu grubun içinde dün de bugün de “banane” grupları var. Daha küçük. Bu günlerde biraz daha artmış olan. Sosyal medya kullanmayan, nerdeyse hiçbir konuda kendi yaptıkları mevzuat dahil yorum yapmayan, en küçük bir karar almayan bürokrat tipi kültür mantarı gibi birbirine benzer şekilde çoğalıyor.
Bir de bir iş yapılırken, mevzuat oluşturulurken veya karar alınırken “bana ne (var)?” diyen yeni bir grup oluşuyor belki. Yani “ben bu işi yapacaksam benim çıkarım ne?”. Bu çıkarın mutlaka bir maddi çıkar olmasına gerek yok. Amirle iyi geçinme, terfi beklentisi, bir atama veya konumun verdiği ek bazı avantajlar da kafi gelebilir.
Bu “bana ne (var)?” grubu bir işi yapabilmek veya işlemin devamı için bireysel veya bir grup olarak düşünmeye başladığında olay farklı boyuta varıyor. Çünkü gerçekten o ABD filmlerindeki gibi bu tip devlet memuru devletin halkına, yatırımcılarına, sektörüne, vatandaşlarına hizmet etmek için verdiği vergilerden ve faaliyetlerden elde edilen gelirlerle ortak bir havuzdan bütçeden besleniyor. Dolaysıyla kişi bir işte “banane” derse iş olmaz “bana ne (var)” dediğinde ise bu kez en kibar şekliyle “hoş” olmaz.
Bir başka grup daha var. Başta söylediğim kendini devletin memuru olarak gören. Yani kamusal hizmet halka hizmet, kamu yararına bir şey yapmak en yüce etki alanı. İşte o devletin memuru genelde eski köye yeni adet getiren, yeni bir şey yapan, farklılık yaratan ve bunu yaparken “banane” veya “bana ne (var)” demeyendir. Bir anlamda yapılması gereken görüp “durumdan vazife çıkaran”dır. Tabi ki bir bürokrasi atasözü olarak “yapılan hiçbir iş cezasız” kalmaz.
Bu son tür; amirlerle iyi geçinemeyen, yeni, zor, farklı ve belki anlaşılması gereken şeyler söyleyince ne eskiler, ne dönemdaşları, ne de eski köye göre düzeni kurmuş sektör aktörlerinin sevmedikleri . Uzun zorlu bir mücadeledir, durumdan vazife çıkaranların hali. Nefesi yeterse ne ala. Yetmezse veya boğazı sıkılırsa zaten bir devlet memuru yerini alır hemen.
Buraya kadar kamudakiler için yazdım. Sanırsın ki bu kamudakilerin hizmet ettiği özel sektör püri pak, zemzemle yıkanmış. Devletten baktığında özel sektör en iyiyi istihdam eden, en verimli çalışan, kaynaklarını en uygun şekilde kullanan, hızla değişeme ayak uyduran, yenilikçi rekabetçi olması beklenen bir konumda. Devlet hadi hantal, peki özel sektör çok mu ileri? 35 yıllık çalışma hayatımın 17 yılı devlet, bir kısmı özel sektör, 15 yılı da danışman olarak geçti. Gördüğüm devlette ne varsa belki daha kötüsü özel sektörde de var.
Aynen devletteki gibi “banane?”ciler olduğu kadar “bana ne (var)?”cılar da var. Benzer şekilde az da olsa durumdan vazife çıkaran da.
Devlet bir yenilenme atağı yaptığından kendisine durumdan vazife çıkaranlar en çok aranan memur olur. Özelde de eğer sermayedar biraz vizyon sahibi yenilikçi, açık fikirli ise CEO da, alt ekibi de ona göre organize olur. Sermayedarın vizyonu ve yaklaşımı eğer statükocu ise, bakış açısı “zaten kar var rekabet zorlamadıkça kalsın böyle” ise, o şirketteki yöneticiler de statükocu olur. Yenilik yapsın diye atatan CEO, sermayedarın muhafazakar bakışını şirkete yansıtır.
Bu durumda bu ekipler de uzun süre bol maaşla ve yan haklarla görevde kalma, kendi döneminde sonuç alabileceği vitrinlik ve bilançolara hemen olumlu etki yaratacak işler dışında yeni bir şeyle uğraşmama eğiliminde. O şirkette yenilik yapmak isteyenlerin de genelde ömrü uzun soluklu olmaz . Yeni atanan veya dışardan gelen ve biraz hevesle kendi hikâyesini yazmak isteyen de, iki gün sonra anlıyor ki yenilik, verimlilik değil konu.
Muhtemelen özel sektörde çoğunluk statükocu ve “korkak” olunca, kamudan talepleri de sınırlı oluyor. Bu durumda kamunun da özel durumlar hariç, bir şey yapmaması, eksik veya yanlış yapması sorun yaratmıyor.
Özel sektör sonuçta kamuya birçok noktadan bağımlı ve “Donkişot” olmak yerine “iyi geçinme” önemli. Kamunun dümen suyuna gidince kendisine hizmet vermek için vergileri ile kamusal görevde olanlar bir anda kamu hizmeti sunan değil de “patronaj” güç elde edebiliyorlar ve kamusal hizmet etmeleri gereken sektörün patronu oluyorlar. Oysa bir sektör varsa, kamuda ona hizmet vermek üzere görevli bir kurum birimi de vardır. Sektör yoksa, kamuda kurumu da olmaz.
Etrafınıza baktığınızda hem kamuda, hem de özelde “Banane?”, Bana ne (var)?” veya durumdan vazife çıkaranları görürsünüz. Biri doğru, diğeri yanlış diye değerlendirmek yerine “böyle gelmiş böyle gider” dediğimiz işlere bakmak gerek. Bu şekilde devam etmek, muhafazakâr olmak iyi mi? Neyi muhafaza ediyoruz? Yoksa biraz yenilik değişiklik iyi mi gelir? Tüm suç kamuda mı? Kel başa şimşir tarak olur mu?
Bir konuda değişim olacaksa bu kamu, özel sektör, vatandaşlar ve ilgili diğer tüm paydaşların durumdan vazife çıkarması ile olur.
Kurtuluş savaşı ve İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşu işte durumdan vazife çıkaranların yüzü suyu hürmetinedir. Her nefes alışımızda saygıyla, hürmetle, şükranla anmak gerekir.
11.09.2022
