Geçenlerde Bulent Ortaçgil’in konserindeydim. Gitarda da Erkan Oğur vardı. Çok güzel, sözleri anlamlı, müzikalitesi yüksek parçaları keyifle dinledik. Bir parça da “Kendi kendine bir sor, nereye kadar” diye soruyordu. Aslında “aşk nereye kadar götürür ki bir ilişkiyi” diye devam ediyordu. Aşka dair yazmayacağım. Derdim sorularla.
İyi bir sohbette en önemli kısım belki soru sormak. Dinlediğine uygun, onu derinleştiren yerinde bir soru. Öyle olunca anlatılan daha da derinleşir, anlatan dinlendiğini anlaşıldığını hisseder. Farkında olmadan da daha çok paylaşır. Çünkü soru refleks olarak yanıtı düşündürtür. Yanıt paylaşıla bilir de. Ya da kişi kendine saklar. Bazen yanıt da yoktur. Olmaması da sorunun özelliğidir, katkısıdır. Daha önce o şekilde düşünülmemiştir.
Soru aslında yanıtını da içerir ve yanıtı yaratır. Dolaysıyla soru kıymetlidir. Soranı da ele verir. “Ne sordu, neden sordu, bu soruyla ne amaçlıyor?” diye. Bir anlamda soru soranı da deşifre eder.
Başkalarının bize sorduğu sorulara yanıt vermemiz veya yanıtını düşünmemiz daha kolaydır. Zor olan belki kendi kendimize sorduğumuz sorulardır. “Nereye kadar?” deriz. “Yetmedi mi?, “Bu artık son mu?” veya “mutlu muyum?”, “seviyor muyum?” diye sorarız.
Soruyu kendimize sorarken de engeller vardı. Genelde en kritik çalışılmadık yerden gelmez soru. Bir anlamda bilinçdışı sansürler. Soru yanıtını içerdiğinden o an uygun görülen yanıta, bahanelere uygun bir soru sorulur. Yanıt beklenmez veya olması gereken gibi de olmaz. O yüzdendir ki kendimize sorduğumuz soru da zordur, yanıtını bulmakta.
“El gövdede kaşınan yeri bilir” de ne yapacağını bilmez. Tekrar tekrar bazen sorup durur, etrafında dolanırız da ana konuyu es geçeriz. Bir başkası esas soruyu sorduğunda da ışık tutulmuş tavşan gibi donup kalırız orada. Sanki çıplak olarak yakalanılmıştır. Ruhun düşüncelerin en çıplak haliyle biri tarafından didikleniyor gibidir.
En kıymetli olan yol gösterici olan sorulardır. Sorular bizi yanıtlara ulaştırır. Ne sorarsak da er ya da geç onun yanıtları ile karşılaşırız.
Bazen “sorma” deriz. “sorma ne haldeyim? gibi. Bu da belki sor işte tam orayı sor, sor da hazırladığım yanıtları dökeyim ortaya. Bir anlamda çalışılmış yerdir “sorma!” denilen. Oysa esas soru başkadır.
“Kendi kendine bir sor” nereye kadar kaçar insan? Bir gün en kritik soruları kendimize sorduğumuzda yanıtımızın olması mı güzeldir yoksa o yanıtı aramak mı? Bulduğumuz yanıtlar istediğimiz midir? Soru yeterli midir yanıt için? Öz farkındalık da gerekmez mi?
Bugün söyle yapalım; Kendi kendine bir soru sor, yanıtını bilmediğin. Sonra tekrar o soruyu sor ve bu kez “yanıtını bilmek istiyor muyum?” diye de sor.
Her soruya illaki bir yanıt mı gerek? Yanıta gerek olmayan soru olamaz mı? Soru belki süreç, yanıt belki bir an. O an ki hayatın dengesinde bir yer. Hayat akar. Soru da değişir, o soruya yanıt da. Bazen bırakmak gerekir sanki soruyu. Hayat, bir gün her sorunun yanıtını verir, zamanı geldiğinde…
O zaman kendi kendine bir sor bakalım. “Nasıl gidiyor hayat?”.
