Blog

Mera Peak (6476 m) Zirve.

Nepal’de yakınındaki 7000+ ve 8000+ dağlara göre nispeten alçak ama Ağrı Dağı zirvesinden de yaklaşık 1350 m. daha yüksek Mera Peak.

8 kişi, bir çoğunu önceden dağlardan tanıdığım ve tanıdığımın tanıdığı, harika bir grup. Rehberimiz ülkemizin tartışmasız aktif en büyük dağcısı, halen dünyadaki 8000 m. üzeri 14 dağın 13 üne çıkan, 14 üncü de bu bahar sonu tamamlayacak olan @tuncfindikofficial liderliğinde, Nepal’in en iyi organizasyon ve rehberlik şirketi @sevensummittrek den 3 yerel rehber, 6 taşıyıcı ile aktiviteyi sağlıkla en iyi şekilde ve zamanında tamamladık.

Bir kısmımız bu sabah, kalanlar yarın ve ertesi gün dönüyorlar. Gittiğimden hem fiziken hem ruhen daha dinç dönüyorum.

Bugüne kadar ülke içinde ve yurtdışında çok dağa ve trekkkng e gittim. Yürünen yollar, geçitler, uzun iniş ve çıkışlar, tolere edilebilir zorluk, zirvenin güzelliği, organizasyon ve destek açısından en güzellerinden biri idi.

Benim 3.cü 6000+ dağım idi. Soğuk, sert rüzgar altında zirveyi de yapabilmek beni çok mutlu etti. Yapmamış olsaydım da sadece ana kampa kadar olan trekking için bile gidilebilir, büyük keyifle dönülür.

17 gün sonra Istanbul’a döndüm. Ne oldu, ne değişti, gördüklerim aklımda kalanları ayrıca yazarım.

Giderken her iki dizim Kuzguncuk yokuşlarında bile ağrıyordu, sağ omuzdan da son güne kadar fizik tedavi görüyordum. Döndüğümde şu an hepsi daha iyi. Omuz o ağır çantalar ve harekete rağmen tamamen iyileşmiş gibi. Sanırım az hareket çok sorun yaratıyor.

Benim için mükemmel bir aktif dinlenme oldu. Daha orada iken yeni dağların, geçitlerin, trenlerin planlarını yapması için @tuncfindikofficial ı dolduruşa getirmeye çalışıyorduk. Onun rehberliği, bilgisi, sohbeti ve liderliği paha biçilmez.

Onunla ve @ozgurozgurerdem zirvede olmak ayrıca unutulmaz bir ani olarak kalacak.

Belki yuksek daglar, uzun turlar olmayabilir ama hafta sonu adalara gidin yürüyün. Iyi gelir.

Bu arada, hayat devam ediyor. Ekonomi, siyaset, rekabet, danışmanlık, ilişkiler öylece duruyor. Belki bazısı değişti veya aynı kaldı. Belki de ben de degişiyorum. Bakalım.

Artık bilgisayarın klavyesine dokunma vakti.

Ey İstanbul! Yine geldim, yeniden.

Omlet Sarma: Güzel Bir Kahvaltı ve Kahve Gibisi Var mı?

Güne güzel başlamanın yolu muhtemelen her kişiye göre değişir. Ancak uyandığında sıcak bir kahve ve güzel bir kahvaltının etkisi gün boyu devam eder. Hayatta hep bir beklenti içinde oluruz; Sevmek sevilmek, başarmak, sağlıklı olmak, sosyal olmak, aile birçok şey. Bunların çoğu bir diğerinin veya dış çevrenin de olduğu durumlardır. İstediğimiz kadar uğraşsak da yapamayacaklarımız kontrol edemeyeceklerimiz vardır. Etki alanımız sınırlıdır. Bir de önceliklerimiz devreye girince bizi mutlu edecek şeylere ulaşmak bazen zaman alır. Bununla birlikte kendi elimizde olan şeyler de vardır. Sevmek, paylaşmak, kendimize özen göstermek. Belki de önce ne istiyorsak başkalarından kendimize öyle davranmamız bir başlangıç olabilir. Kişinin kendisini sevmesi, bencillik veya narsistik bir bozukluk gibi değildir. Kendi varoluşunun kıymetini bilmektir. Büyüklenmeci, benmerkezci değil daha çok dış onaya ve dıştan gelecek şeylere çok da bağımlı olmadan mutlu olabilme halidir. Kendine odaklanma halidir. Çoğunlukla da unuttuğumuz şeydir. Kendini sevmek ve barışık olmak biraz sevmediklerinden uzaklaşmak ve uzak durmakla da ilgilidir. Hayatı biraz da daha çok seveceğin seni mutlu edecek, değerlerinle uyuşan halde yaşamaktır. Bir başkasının rotasında teknesinde yol almaktansa, kendi yolunda adım adım ilerlemektir. Ben en güzel yemeklerimi, kahvaltılarımı kendime yapmışımdır. Biraz da deneysellik katarım. En güzel fincanla içerim kahvemi. Şarap dolabında zor ve güzel günler için en güzel şaraplarım olur, Birinin varlığı değer katar, ama olmasa da hayat devam eder. Bir şeyler değişecek ise hayatımızla bilin ki kendi sevdiklerimiz istediklerimiz hayallerimiz için önce gayret etmeli, emek vermeli, sonrada bu gayreti gösteren kendimizi ödüllendirmeliyiz. Bu bir kahvaltı mı olur, bir kahve mi, iyi demlenmiş çay mı yoksa bir bardak şarap mı bilemem. Ya da bir köşede en sevilen kitabı okumaktır battaniye altında. Bu fotodaki de sık sık yaptığım, omlet sarma; Mısır unu, süt veya yoğurt, yumurta, malzemede ne olursa bazen kapya biber, soğan, sucuk, mantar, kuşkonmaz, kaşar, ıspanak.. Bunların bir kısmı tabii. Yapması kolay sunumu güzel. Annem der ki oğlum ne uğraşıyorsun hepsi mideye gidiyor ve karışıyor orda. Ben öyle düşünmüyorum. Gördüğümüz, tattığımız hatta hazırlanış, yaparken dinlenen müzik bile anlamını değiştirir sunulanın. Varsa sunduğun paylaştığın bir arkadaşın ayrı bir keyif olur. Yoksa da zaten ben onu fazlasıyla hak ediyorum. Demem o ki, uyanın ve kendinizin farkına varın. Oradasınız. Varsınız. O halinizi sevin ilgi gösterin. Ona güzellikler sunun. Geri gelecektir verdiklerin, o da size boş değil. Sevgiyle kalın, kendinizle kalın. 20.03.2022

Demavend Eteklerindeki Kurt ve Kuzunun Hikayesi

Bu sabah dışarda yağan kar, sıcak kahve ve yarın yola çıkacağım Mera Peak Dağı (6476 m.)’nı düşünürken aklıma geldi. Paylaşmak istedim.

24 Ağustos 2018 günü bir öğlen vakti uzun bir yürüyüş sonunda İran’daki Demavend Dağı (5610 m.) zirvesine varmıştık.

Dağcılık İran’ın milli sporu gibi. Bizim gittiğimiz zaman dilimi İran’da tatile denk geldiği için dağda kamp yerlerinde çadır kuracak boşluk bile bulmak sorun olmuştu. Zirve dönüşü, kamp yeri sorunu nedeniyle ana kampta kalamayıp o yorgunlukla alt kampa ve yürüyüşün bitim yerine kadar inmiştik. Hiç durmadan oradan da kalacağımız otele varmak 24-25 saatlik aralıksız bir zirve günü olmasına neden olmuştu. Zorlayıcı ama güzel anıların içinde yer aldı.

Sonra zirve resimlerinde arkada iki hayvan ölüsü asılı şekilde kayalarda idi. Onun hikâyesini soranlar oldu. Rehberimiz zirveye yakın buzulda bulunduklarını, kurdun kuzuyu kovalarken her ikisinin de donduğu söyledi.

Oysa ben hikâyeyi öyle duymamıştım. Sen nereden duyacaksın ki demeyin, hikâye bu kulaktan kulağa kaç nesil geldi.

Rivayet o ki Devamend eteklerinde bir dağ köyünde yaşlı bir çiftçinin birkaç koyunu varmış. Her gün dağın eteklerinde dolaştırır, kışında ağılda tutarmış. Eti, sütü, yoğurdu, yünü derken geçinip gidermiş. Zamanın birinde soğuk bir kış mevsiminde her yer, Demavend dağı etekleri de kar, buz. İşte o vakit civardaki küçük bir kurt sürüsü yiyecek bulamaz olup, yakın köydeki ağıla göz dikmiş.

İçlerinden genç olan kurdu da keşif için köye göndermişler. Genç kurt köye yaklaşmış ve bizim yaşlı çiftçinin ağılına bakmış. İşte ne olduysa o an olmuş. Genç bir kuzu dışardaki soğuğa aldırmadan ağıl içinde hopluyor, zıplıyor, neşeyle meeliyormuş. Genç kurt kuzuya âşık olmuş o an. Kurtluğunu unutmuş. Kuzu da kurdu öyle melül melül bakarken görünce o da korkusunu yok etmiş, badem gözleri ile o da ona bakmış. Bakış ne bakış. Aralarındaki sıcaklık Devamend eteklerindeki buzulları eriten cinstenmiş.

Şaşkın aşık genç kurt çıkmış sonra sürüsüne dönmüş ve olan biteni anlatmış. “Olmaz” demişler, “sen kurtsun, nasıl olur, hiç kurt kuzuyla bir olur mu? Biz gideceğiz ağıla” demişler. Ama genç kurt direnmiş, yalvarmış; sürünün ağıla gitmesini engellemiş. Ancak sürüden de kovulmuş. O da gerisin geri kuzunun sevdiceğinin yanına ağıla gelmiş. Yaşlı çiftçi karşılamış bu defa onu, elinde sopasıyla. Bu kez kuzu feryat figan etmiş, melemiş çiftçiye yalvarmış.

İşte hikâye burada başlıyor. Bir şekilde kurt ile kuzu ele ele vermişler, Demavend Dağını aşıp başka diyarlara göç etmek istemişler. O soğuk kış gününde kurt ve kuzu dağda yükseldikçe soğuk artmış, hava incelmiş. Yorulmuşlar. Ne kuzu karlardan yiyecek bulabilmiş ne kurt bir lokma yiyecek. Tam dağı aşıp da başka diyarlar görünecekten zirveye yakın bir yerde uyuyup kalmışlar yan yana.

İşte bulunan kalıtılar, aç kalan ama kuzuya aşk ile bakan, olmazı deneyen, en sonunda birlikte uyuyup kalan kurt ile kuzunun hikâyesidir.

Olmazı denemek, istemek olmaz mı?

Ahlaklı Kapitalist

“Ahlaklı kapitalist olur mu?” demeyin. Zor belki. Kolay olsa herkes ahlaklı olurdu ya da kapitalist. Hele ikisi birden daha da mı zor ne?

9 Şubat’ta 2015’de Maslak 42’de Art!Space Gallery’de Daire Gallery işbirliği ile gerçekleştirilen ve Galata Perform ekibinin performansları ile şenlenen renklenen çağdaş sanat eserlerinin sergilendiği “Şimdinin Kırılganlığı” sergisi vardı.

Nesren Jake’nin bu edisyon eseri de oradaydı. Satın aldım. Blog sayfam “AklakliKapitalist” için cuk oturuyordu sanki. Hemen Blogu arayıp tıklamayın. Adı sanı alındı da içi boş. Yazınca haberdar ederim.

Bu Blog’da 2022 Temmuz’unda 35 yılı tamamlayacağım iş yaşamımla ilgili olarak arada yazabilirsem bir şeyler yazacağım. Yazmak ciddi bir iş arada sırada ilham gelince olacak bir şey değil. Emek gerektiriyor. Önceliklendirmek, keyif almak, sürdürülebilirliği sağlamak. Bazı anıları yazmak zor. Daha sonra belki.

Çoğu kere sohbetlerde fark ediyorum ki yeni birileri ile tanışınca benzer hayat/iş tecrübeleri paylaşıyorum. Bari yazayım da tembellik yapıp link veririm. Anlatmakta da yorulmam. Az konuşmuş da olurum. Dinlemeye daha çok zaman kalır.

Ahlaklı Kapitalist ile ilgili olarak da ekleyeceğim bir iki şey daha var. Malum 15 yıl önce 17 yıl kadar süren devlet memuriyetinden ayrılıp Adendum Danışmanlığı kurmuştum. Derya da olup deryadan bir haber balık gibiydim. Tektim, hızla çoğaldım, ortağım katıldı, değiştik, büyüdük, çok şey öğrendik.

Adendum Danışmanlık’ı mikro ölçekte insanı, çevreyi, çalışanları, patronlarını, iş ortaklarımızı, doğayı, üretenleri ve tüketenleri düşünerek belirli bir dengede tutmaya çalışıyoruz. Değişik, innovatif iyi şeyler yapıyoruz. Hırsları etik ile dengeliyoruz. Ölçüsüz büyüme, hedef girdabından uzak kalmaya gayret ediyoruz. Rekabeti de adil şartlarda daha iyi olmak ile yapıyoruz. Veya öyle yaptığımızı düşünüyoruz. Çalışanlarımıza, iş ortaklarımıza sormak gerek.

İŞ ve özel yaşamımda kararlarımda hiçbir zaman bireysel çıkarımı maksimize edecek şekilde düşünmemeye çalıştım. Vermem gerekenden fazlasını, almam gerekenden azını aldım. Dengeyi kaçırdığım çok oldu. Bu yaşlarda şimdi hayatın her alanında geç de olsa verme/alma dengesini öğrenmeye ve uygulamaya çalışıyorum. Her yıl bunun ne kadar zor olduğunu acı şekilde deneyimliyorum.

Büyük hayaller kuruldu, çok yenilikçi işler yapıldı. Yolumuz kendi oluşturduğumuz bildiğimiz yol. Yolda olduk. Keyif aldık her ne olduysa. Daha çok hata var yapılacak ve çok güzel işler var başarılacak. Hayat, devam ediyor.

15.02.2017 revize 15.02.2022

Doğanın İçinde Tek Başına Yürüyüşler

Bolu’nun Mudurnu’ya yakın bir orman içi birkaç bungalov evlerden oluşan bir yerde kalıyordum. Günlük olarak da etrafta 20-30 km.lik yürüyüşler yapıyordum. 2015 sonları idi. Durup dinlenme/dinleme ihtiyacım vardı. Aktif dinlenme en güzel dinlenme şekliydi belki.  

Tek başıma uzun yürüyüşler, bir dağda, bir ormanda veya bir nehir kıyısında bana ayrı bir keyif verir. Kendinle sohbet edersin, doğayı dinlersin. Doğanın ve kendi iç sesinden başka şey yoktur. Oldukça ağır dozlu meditatif bir eylemdir benim için. Ruhsal getirisi ne kadar yüksek olsa da tek başına olmanın riski biraz fazladır. Dikkatli, sakin ve tecrübeli olmak gerekir.  

Doğada tek başıma özellikle orman yollarında uzun yürüyüşlerimde öylesine sessizlik olur ki bazen ayak seslerimden rahatsız olurum. Sanki orada yabancı olan fazlalık olan ortamı bozan benmişim gibi.

Bastığım bir dal çatırdar, bir kuş dalından havalanır, bir kelebek kanat çırpar önümde, çalıların arasından yerini değiştiren, ürken bir hayvan olur.

İşte o an durup doğanın kendisine kulak veririm. Hem ben, hem doğa sakinleşir.

Kendimizden, kendi ayak seslerimizden rahatsızlık duyduğumuzda, belki en güzeli durup dinlenmek, soluklanmak, varlık içinde kaybolup karışmak zamanıdır.

Kişi belki de kendi varlığını ve yaşamdaki izini fark ettiğinde ancak başka izleri fark eder, ayrıştırabilir.

Orijinal. 30.10.2015

Revizyon. 12.02.2022

Dağlara Gel Dağlara

ODTÜ’deyim. 1986 yılıydı. Bir gün az tanıdığım sınıf arkadaşlarımdan biri yanıma geldi;  “Gece seni rüyamda gördüm. Yüksek bir dağa çıkıp oradan aşağı atlıyordun. Ağlayarak uyandım” dedi.

O tarihlerde belki dağlarla ilişkim son derece az idi. ODTÜ kampüs içerisindeki Yalıncak köyüne koşu, ormanda yürüyüşler vardı sadece. Derslerin ağır yükü bol spor ve orman havası ile dengeleniyordu.

Bugün her dağa gittiğimde, yükseklere çıktığımda, zirvede, bir kayalıkta aklıma gelir o söz. Ve derim ki “bu kadar güzel manzarayı bırakıp nasıl giderim”. Yeniden gelmek daha güçlü şekilde yaşama sarılmak için daha da bir enerji ile dolarım dağların zirvelerinde. “Yaşamak güzel şey” derim.  

Bu fotoğrafı da çok sevdiğim başka üniversiteden sınıf arkadaşım çekti. Benim fotoğraf makinamdan. Montis Tur  ile gittiğimiz ve her uzun yürüyüşleri kampı seven için önereceğim Trans Toros aktivitesinden.  Her gün Aladağlar’ın bir başka yerinde konakladığımız muhteşem bir aktivite idi. Foto da iki kamp yeri arasında yaklaşık 3200’lerdeki bir yürüyüş mola yerinden.

ODTÜ’de yurtlar ve bütün kampüs, bozkıra dikilen fidanların birlikteliği ile özenle yaratılan eko sistemin bir parçası olmuştu. Sanırım ODTÜ günlerindeki alışkanlık mezuniyet sonrasını da etkiledi. 1988’lerden başlayarak uzun yürüyüşlere, teknik olmayan dağlara zirvelere gitmeye başladım. Bunların bazılarında tek başıma, bazılarını da grup olarak yaptım. Çok iyi bildiğim rotalarda bazı yürüyüşlere ben rehberlik ettim. O tarihten bu yana son 35 yılda çok sayıda hem ülkemizde hem de yurtdışında dağlara gittim, zirveler yaptım. Yapmaya da devam ediyorum.

Bugün baktığımda ara ara dağların beni çağırdığını hissederim. Bu bir özlem, uzak kalmışlık belirtisi belki. “Başına bir hal gelirse canım, dağlara gel dağlara” türküsü eşliğinde bir ses duyarım rüzgârın esintisiyle gelen.

O çağrıya da kulak veririm olabildiğince.

Dağlara gitmenin zamanı gelmiştir derim.

Doğada olmak, dağlarda olmak bana iyi gelir.

Bilirim.

Yabani Armut ve Aşılanma

İlk kez 1980’lerin başlarında fark etmiştim. Gökçeada’da Öğretmen Lisesine başlamıştım o tarihlerde. Güneydoğu’dan en batıya. Harran’ın kadim toprağın bağrından denizin ortasına. Bunu başka zaman anlatırım, uzun hikâye.

Üstü yosunlu, bir dalı yabani armut, ahlat; bir dalı aşılı. Aynı dalda aynı kökten iki meyve. Ne aşılarsan onu veriyor. Pek sürprizi yok.

Biz insanlar öyle kolay aşılanmıyoruz sanki. Kiminde tutmuyor ya da garip bir şey çıkıyor ortaya. Şekli insana benziyor. Ancak ne dostluğu, ne muhabbeti, ne insanlığı tam. Ne tadı ne tuzu olan yemek gibi. Bu durumda ellerimizde bir sihirli dernek var gibi herkes bir diğerinin yabani gördüğü halini sevdiği türe aşılamaya tohumlama çalışıyor.

Ülkeyi yönetenler siyasetçiler de, eğitim sisteminde de, evlilik ve diğer ilişkilerde de kısmen veya tamamen durum farklı değil. Gizli açık bir asimilasyon var. Güçlünün dikte ettiği tarafa doğru. Farklılığa izin verilmeyen herkesin benzetilmeye çalışıldığı o günün doğrusuna doğru bir baskı.

Oysa özellikle ilişkilerde sen onu aşılarken o da seni aşılıyor farkında olmadan. Birbirinden etkileniyor insanlar. Her durumda ortaya ilk halinden farklı yeni yeni türler çıkıyor. Belki de doğru olan bu.

Şöyle gerinip de kendimize dev aynası değil ama normal bir düz aynada baktığımızda ne görüyoruz? Bu günkü aşılı hallerimiz daha mı iyi? Kendi halimizde kalsak, yabani armut gibi çok mu yabani oluruz? Neye göre kime göre.

Tevinde Kilim Dokunuyor da Enine mi Boyuna mı?

Benim küçüklükten hatırladığım ve yarım akılla bilgiyle bir şeyler yapıldığını gördüğümde kullandığım bir deyim vardır; “Duymuşlar Horasan’da tevinle kilim dokunuyor, ama enine mi boyuna bilmiyorlar. “diye.

Bu fotoğraf resim sanırım yanıtı içeriyor. Urfa Kısas Köyü’nden. Dedelerimin, annemin babamın doğduğu köy. Muhtemelen 1975-1980 arası bir dönem. Evler kerpiçten. Şehir merkezine 8 Km. ama en son elektrik su yol yapılan köylerden. Türk Köyü. Urfa’nın anadili Türkçe olan nadir köylerinden. Çoğunluğu Alevi. Sünni Türkler de var ama mezhep kavgası hiçbir zaman olmamış. Çok aşık halk ozanı çıkarmış.

Bilmemek ayıp değil, öğrenilir. Ancak yarım bilgi ile iş yapılınca iyi sonucun ortaya çıkmasını beklemek düşük bir olasılık.

En kötü olan belki yarım bilgi. Bu bilinmeyenin ne olduğunu da bilmememiz demek aslı. İşte taklitle, kulaktan dolma bilgi ile iş yapıldığında sonuç beklenenden farklı olur. Başka bir ülkede olan bir model ülkemize uymaz. Okunan bir kişisel gelişim kitabi sizi nirvanaya ulaştırmaz. Okunan güzel bir şiir de belki sizi duygulandırır ama romantik bir âşık yapmaz.

Deneyimleyerek, doğru bilgi ile birçok şeyi içselleştirmeniz gerekir. Bu da zaman alır. İlmik ilmik tevinde kilim dokur gibi; sabreden yol alır. Ama enine mi boyuna mı işte bunu çok iyi bilmek gerekir.

Not: Bu deyimdeki Horasan da nerden çıktı diyen meraklılar Youtube da “İstiklal marsını kim yazdı” diye arasınlar. İzleyin sonuna kadar.

Psikoterapist Adayı der ki “Hayattaki pozitiflere odaklanalım”

Hayatta pozitif şeyler de var ve oluyor. Bir o kadar da hüzünlü ve acı veren şeyler. Her kimliğimizde (anne/baba, evlat, patron/çalışan, kardeş, arkadaş, sevgili/eş vb) göreceli mutluluğumuz, kendimizi iyi hissetme düzeyimiz farklı. Bu farklılık zamanla, değişe de bilir.

Biz büyüyoruz, kimliklerimiz değişiyor, güçleniyor zayıflıyor, ortadan kalkıyor. Dünya da değişiyor, koşullar da. Her yeni gün yeni şeyler getiriyor.

Günlük hayatımızdaki bizi güçlü kılan pozitif şeylerin içinde geçmişte başardıklarımız, yeteneklerimiz ve kaynaklarımız var. Aynı zamanda geçmiş deneyimlerimiz, travmalarımız, olumsuz tecrübelerimiz, ders çıkarmadıklarımız şeyler de etkili. Hayatta her ne oluyorsa; iyi de, kötü de, hüzün de, sevinç de, yaşayacağımız tüm duyguların değeri var. Belki biri olmadan diğerinin anlamlı olmadığı bir durumdur. Yok saymak yerine izin vermek, yaşamak ve bize getirdiğine sunduğuna bakmak gerek.

Bireyin olaylara, yaşananlara duygusal ve bilişsel tepkisi farklı olunca “vardır elbet bir sebebi” deyip, duyulmak, anlaşılmak ihtiyacı hissederiz. Bize sunulacak olan belki çözüm değildir. Paylaşabilmedir istenilen.

Kişinin öz farkındalığı arttıkça, gün sonunda yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz ve bizi güçlü kılan geçmişte ve bugün başardıklarımıza bakıp bunlardan güç alabilir, yeni şeyler yapabilir sorunlarla uğraşabiliriz. Sonuçta dert bizde ve derman da ellerimizdedir. El gözdede kaşınan yeri bilir.

Mutluluk dengesi biraz da ne isteğinle ilgili değil mi? Ne istediğini bilmek de yaşamın kendisi. Tüm hayat onu aramak bulmak yaşamı anlamlandırmak ile geçer.

Hayatınızda yaşadıklarınız her ne ise mutluluk tarafına pozitife odaklanın, mutluluk ağır bassın.