ODTÜ’deyim. 1986 yılıydı. Bir gün az tanıdığım sınıf arkadaşlarımdan biri yanıma geldi; “Gece seni rüyamda gördüm. Yüksek bir dağa çıkıp oradan aşağı atlıyordun. Ağlayarak uyandım” dedi.
O tarihlerde belki dağlarla ilişkim son derece az idi. ODTÜ kampüs içerisindeki Yalıncak köyüne koşu, ormanda yürüyüşler vardı sadece. Derslerin ağır yükü bol spor ve orman havası ile dengeleniyordu.
Bugün her dağa gittiğimde, yükseklere çıktığımda, zirvede, bir kayalıkta aklıma gelir o söz. Ve derim ki “bu kadar güzel manzarayı bırakıp nasıl giderim”. Yeniden gelmek daha güçlü şekilde yaşama sarılmak için daha da bir enerji ile dolarım dağların zirvelerinde. “Yaşamak güzel şey” derim.
Bu fotoğrafı da çok sevdiğim başka üniversiteden sınıf arkadaşım çekti. Benim fotoğraf makinamdan. Montis Tur ile gittiğimiz ve her uzun yürüyüşleri kampı seven için önereceğim Trans Toros aktivitesinden. Her gün Aladağlar’ın bir başka yerinde konakladığımız muhteşem bir aktivite idi. Foto da iki kamp yeri arasında yaklaşık 3200’lerdeki bir yürüyüş mola yerinden.
ODTÜ’de yurtlar ve bütün kampüs, bozkıra dikilen fidanların birlikteliği ile özenle yaratılan eko sistemin bir parçası olmuştu. Sanırım ODTÜ günlerindeki alışkanlık mezuniyet sonrasını da etkiledi. 1988’lerden başlayarak uzun yürüyüşlere, teknik olmayan dağlara zirvelere gitmeye başladım. Bunların bazılarında tek başıma, bazılarını da grup olarak yaptım. Çok iyi bildiğim rotalarda bazı yürüyüşlere ben rehberlik ettim. O tarihten bu yana son 35 yılda çok sayıda hem ülkemizde hem de yurtdışında dağlara gittim, zirveler yaptım. Yapmaya da devam ediyorum.
Bugün baktığımda ara ara dağların beni çağırdığını hissederim. Bu bir özlem, uzak kalmışlık belirtisi belki. “Başına bir hal gelirse canım, dağlara gel dağlara” türküsü eşliğinde bir ses duyarım rüzgârın esintisiyle gelen.
O çağrıya da kulak veririm olabildiğince.
Dağlara gitmenin zamanı gelmiştir derim.
Doğada olmak, dağlarda olmak bana iyi gelir.
Bilirim.
