Ben her ne kadar son dönemde daha çok filtre kahve içiyor olsam da çayın yeri anlamı farklıdır. Çocukluğumuzdan gelen anıların içindedir. Kanımızda çay vardır. Soframızdan muhabbetimizden eksik olmaz.

Urfa’da kaçak çay içilirdi. Yani Karadeniz’deki Rize çayı denen çay değil de Suriye’den Irak’tan gelen Seylan çayıydı makbul olan; Demlenince yaprak yaprak olan ve tadı demi farklı. Evlerde hatta Güneydoğu bölgesinde şehirlerarası otobüs duraklarında bile kaçak çay ikram edilirdi. Makbul olan oydu. Gelir düzeyine bakılmazdı. En kötüsü misafire kaçak, çay evde kahvaltı da karışık çay yapılırdı yokluk varsa.

1980 12 Eylül Darbesi ile sınırlardaki ticaret geçişler birden kesilince kaçak çay karaborsaya düştü. Bulunması zorlaştı. Bazı kamyonlar benzin depolarının içinde değişik şekillerde kaçak çayı yurda sokmaya devam ettiler. Bir süre bazen mazot kokulu çay içtik.
Çay memleketimde o kadar ruha işlemişti ki günlük hayatın ayrılmaz bir parçası idi. Çocuklar kalın, kırılmaz geniş ağızlı Suriye bardaklarında çay içerken büyükler ince belli klasik bardaklarda içerlerdi. Ev ziyaretleri çok fazlaydı o dönemler. Bir misafirliğe gidilir ve kalkış saati de yaklaşmış ise “Hanım, Hanım! Kalk çayımızı yap da içip gidelim” denirdi. Bir anlamda çay bir ritüel idi.
Bazen de eve yemeğe davet edilmişsinizdir. İzzet ikramlar harikadır. Lahmacunlar, çiğköfteler, meyveler, künefeler gece yarısına kadar yenmiştir. Ertesi gün denir ki “Uzun uzun gittik bize bir çay bile yapmadılar”. Her ne ikram edilirse edilsin çay bir anlamda eksiği tamamlayan bir özelliktedir. Çaysız olmazdı.
Ben 1988’den beri çayı şekersiz içerim. Hatta o dönem Paşabahçe’nin bugünlerde olmayan akıl almaz ince bir rakı bardağı vardı o bardakta içerdim. Sıcaklığını hissetmek, çay ile arama giren camı en aza indirmek için. Büyük bardağa bir şeker atardım. Annem bazen doldurur ve o bir şeker atıp bana getirirdi. Ben de o dersler çalışma ortamında bir şeker daha atardım farkında olmadan. Çayı artık içilemez hale gelirdi, dökerdim. Baktım olmuyor, en net tanım şekersiz (hiç mi şeker yok gibi) içmeye başladım. Çay kaliteli oldukça şekersiz daha da çayın tadını almak için ideal.
Hazine Müsteşarlığı’nda ise çay ocağı habire çay dağıtır ve asli müşterilerinden biri olurdum. Aldığım çay fişleri de çok sık tükenirdi. Ramazanda içmeyenlerin yerine de içer çay ocağı cirosuna katkı yapardım.
Şimdiler bakıyorum sabahları filtre kahve arada gün içinde belki bir iki bardak çay. Ama hafta sonu rutinlerinde yıllardır kullandığım kupa ile çay için yüksek sesle müzik dinleme büyük keyif veriyor.
Bizde çay içer misin diye sorulmaz. İkram edilen çay içilir. Çay sevgisi ve ritüelleri bence en güzel geleneklerimizden biri. Belki de siyaseten ayrışmış bu millette bizi birbirimize bağlayan ortak değerlerden birisi; Çaysamak ve çay severlik. Kısıra, dönere, dürüme, mangala, yaprak sarmaya, mercimek köfteye dayanamama da genetik kodlarımıza işlenmiş, bizi bir arada tutan ortak şeylerden bence.
Geçenlerde düşünürken (ara ara yapıyorum) hayatta bazen birilerine ne ikram edersek ne verirsek verelim karşıdaki için hep bir şey eksik kalıyor. Biz elimizdeki yüreğimizdeki bildiğimiz ne varsa sunarken karşıdaki ilişkide olduğumuz belki de hep eksik tamamlanmamış hissediyor. Bir taraftan biz “daha ne olsun” derken diğer eksik parçayı büyütüyor, olanı değersizleştiriyor belki. Aynı o ziyafet sofrasında eksik kalan çay gibi. İlişkide her şey vardı ama bir “o” yoktu. “O” nedir? Aşk mı? Cinsellik mi? Güven mi? Yakınlık mı? Sadakat mi? Huzur mu? Ortak hayaller mi? Bilinmez. Belki baştan bilinçse her şeyi ikram eden bir bardak çayı da ikram eder ya da der ki “kusura bakma taze bitti. Bende yok” der. Ya da kimse “0” nedir bilmez. Biri verdiğini düşünür, biri almayı bekler de durur.
Bariş Manço’nun çok sevdiğim bir parçası vardır.
Kız der ki; ”Alla beni pulla beni al koynuna yar”
Barış der ki
“Senin için dağlar deler yol açarım yar
Senin için denizleri kuruturum yar
Senin için gök kubbeyi yerlere çalarım yar
Saçlarına yıldızlardan taç yapayım yar
Bir nefeste güneşleri söndüreyim yar
Canım iste canım bile sana kurban yar”
Daha basit bakmak mı gerek ne hayata ne?
Bazen de artık vakti delmiştir demir almanın, kalkıp gidilecektir. Belki bir sinyal gereklidir. Sadece sizin bildiğiniz veya derinlerde bir yerde hissettiğiniz. Bir çay yapılsa da içip gidilse deriz. O çay yapılmaz veya çay yapılması talep edilmez kalırsınız, muhabbet devam eder. Ama hep bir çayın her an yapılıp misafirliğin sonlanma tehdidi vardır. Özünde kendini misafir hissettiğin bir ilişki ise o zaten bir gün bitecektir. İlla bir sinyale neden gereksinme duyulur ki?
Belki kolayımıza gelir. Kendi başımıza karar alıp kalkıp gitmek öz farkındalık, öz değer gerektirir; Ne istediğini bilmek, kendine güvenmek. Belki bir dönem çaysanır, özlenir çayın damakta bıraktığı zevk hatırlanır ama hayat devam eder.
Bazen öyle dönemler olur ki sakin kafayla hangi ilişkilerimizde, kimliklerimizde “Hanım, Hanım! Kalk, bir çay yap da içip gidelim” diyeceğimiz şeyleri fark ederiz ve yapabilecek eşiklere ulaşır, o gücü elde ederiz. Eyleme geçeriz.
Kapatın gözlerinizi, en iyisi kendi demlediğiniz çaydan bir yudum alın. Bakın bakalım içeriye. Kendinizi tedirgin, rahatsız, misafir, eksik, tamamlanmamış, değersiz hissettiğiniz hangi durumlar, ilişkiler ortamlar içerisindesiniz?
Listeleyin, not alın, yazın, sıralayın, ağırlıklandırın ya da bunu yapabilmek için destek alın.
Çayınızda dem olsun, yüreğinizde gam olmasın.
3.03.2021