Ben oldum olası türküleri mırıldanmayı çok severim. Çocukluk anılarımda bol bol cem törenleri, âşıklar, türküler var. Kısas Köyü de âşıklar cenneti. Bereketli topraklar. Urfalıyım ama sesi en kötü Urfalı. Zaten “ben Urfalıyım ama Urfalılar benden değil” derim. KelebekCobani blog sayfamda “Acı biber ve kırmızı çizgiler” başlıklı yazımda bahsetmiştim.
Derler ki Urfa’da sokaktan birini bulup sahneye çıkarsan albüm yapacak sesi vardır. Ben o değilim. Hırs yapıp rakı masasında en azından detone olmadan eşlik edeceğim üç beş güzel türküyü okuyacak kadar şan dersi alma planlarım var, o ayrı.
Tek başıma veya kızımla yürüyüşlerimizde ben sürekli kötü sesimle türkü mırıldanırım. Bugünkü gençlerin çok da dinlemediği müzik türü, türküler. Mırıldanırken kızım “Baba! Lütfen söyleme” derdi. Ben de “Kızım söylerken ben mutlu oluyorum”. O da “Baba ama ben mutsuz oluyorum” derdi.
Bazen de “Baba sen türkü söyleyince cildime zarar veriyor” derdi. Yani söyleme de ne yaparsan yap. O zamanda susup ben de içimden söylemeye devam ederdim. “Baba, duyuyorum” derdi. Ya da biliyordu ki türkü söylemeden babam durmaz.
İçinden söylenenleri de duymak ne güzel. Benim de olmuştur. Arada tahmin edebiliyorum düşünceleri. Bu durumda da “o zaman benim ne düşündüğümü biliyorsun söylememe gerek yok” denebiliyor. Bildiğimi gizliyorum ya da bildiğimi sanıyorum. Neyseki konumuz türküler.
Makul bir süre içerisinde “duduk, mey, kaval” ile sesim yerine nefesimle eşlik edeceğim onlara. Kelebeklere çobanlık yapacak isem gerekli değil mi?
Türküler ile ilişkim hayatımın her alanında sanırım devam edecek. Pozitif psikoterapide artık eğitimler bitti. Bir yıldır tez vereceğim. Kaynaklar konu her şey tamam oturup yazmak gerek. Tez konum türkülerdeki dert kavramı ile pozitif psikoterapide danışanın getirdiği sorunlar, semptomlar arasındaki ilişki. Türkülerdeki derdi dert edinmişim yani.
Türküler ki insanlarımız her türlü duygularını onlar aracılığı ile dile getirmişler. Çoğu dertle ilgili, tabibin saramadığı dertler. Derde derman olan, bin derman ile değişilmeyen dertler. İnsanımız, başına gelen şey için felekten hesap sormuş türküler aracılığı ile.
Kimi zaman alaya almış, söğüt dalına yuva yapan mandaya türkü yakmış. Kimi zaman başkaldıran tombul memeler dolaysıyla kavuşmayan düğmeleri yazmış. Ya da eş diye koynuna sokulan bir uşak çocuk dolaysıyla sitemde bulunmuş, iki dağın arasında sıkışan gelin.
Pir Sultan olmuş, Hızır Paşaya ve onların yeni versiyonları basmış kalayı, biat etmemiş. “Şah” dediği için dara çekilmiş. Dostun attığı gülden incinmiş de zalime uyanların attığı taşa ses etmemiş.
“Saltanatın boşu boşuna” demiş Âşık Mahsuni. Yetmemiş “Defol git benim yurdumdan Amerika katil katil” demiş. Mahpushanelere konulmuş.
Türkü söylediği için yakılmış, kendisi can yakmamış, “Türküler yanmaz” demiş. “Çalacaksak saz çalalım” demiş. “Halk aşığı” okuryazar değil diye hor görülmüş, takii o türküleri Ruhi Su okuyunca bir başka bakmış.
Neşet gibi “cahil olup dünyanın rengine kanmış” ama bu kanmalar kendi çıkarına, işine geldiği için olmamış, aşk için kanmış, öyle sanmış.
Âşık Veysel olmuş “Derdimi söylemem dertsiz insana, dert çekmeyen dert kıymetin bilmez” demiş. Nasrettin Hoca damdan düşünce her kafadan bir ses çıkıp öğütler çoğalınca “bana damdan düşen birini getirin” demiş. “Beni bu derde salanı getirin” demiş. Derde derman aramışlar, derde düş olmuşlar.
Çoğu aşk için, ayrılık için yazmış, çığırmış. Tartmış ayrılığı, ölüm elli dirhem fazla gelmiş. Ya da Karacaoğlan gibi her gördüğü güzel yakmış abayı. Gördüğü üç güzelin büyüğünü de sevmiş küçüğünü de. Karar veremediğinden mi haksızlık olmasın diye mi bilinmez. Her güzelin hakkını vermiş.
En çok da umutla bakmış yarınlara. Onca acı yoksulluk dert içinde. “Ne de olsa kışın sonu bahardır, bu da gelir bu da geçer” demiş. Yaşamın her anını ya ağıtla ya halayla karşılamış. Ama hep günün sonunda sabaha uyanacağını düşlemiş.
Dilden dile bugüne gelmiş. Aynı türkü Türkçe de, Ermenice de, Farsça da, Kürtçe de türlü dillerde okunmuş. Farklı kelimelerle anlatmışlar. Kim önce söylemiş bilinmez. Aynı pınardan su içen bülbül olmuş, şakımışlar. Ağıtlar yakmışlar aynı melodi üstüne, el ele halaya durmuşlar. Ama duyunca sazın telini, dudukun meyin kavalın sesini her birinin yüreği aynı yerden tınlamış, aynı duyguları yaşamışlar.
Türküler etrafında birleşmişler, cem olmuşlar. Dilden dile kalpten kalbe dolaşıp durmuşlar. Denir ki türküler var oldukça ülkemiz de var olacaktır. Hayatınızda türküler olsun, aşk olsun. Türkü dinlemeyen, şarap içmeyen haddini bilmeyen hayatımızdan uzak olsun.
