Çok sevdiğim hikâyedir. İlk ne zaman ve kimden duydum hatırlamıyorum. Adam Londra’nın ana caddelerinden birinde yürürken birisi gelir ve Türkçe “Hemşerim saat kaç?” der. Adam saati söyledikten sonra “Sen benim Türk olduğumu nasıl anladın?” diye sorar. Soran kişi “Türkçe’den başka dil bilmiyorum ki” diye cevap verir.

Başka bir dil bilmiyorsanız, bildiğiniz dilin imdadınıza yetişmesini her derde deva olmasını bekleyeceksiniz.
Heybemizde ne varsa yere de o dökülür. Sorduklarımız da aldığımız yanıtlar da bir anlamda hayatta karşılaştığımız durumlara biriktirdiklerimizle verdiğimiz tepkilerdir. Kısıtlarımız fazlaysa soracağımız sorular da kısıtlı olacak, aldığımız yanıtlardan anladıklarımız da.
Hayatın içinde farklı duygularımızla barışık değilsek, duygu spektrumumuz darsa, basit olaylarda hemen öfkeli tavır alabiliriz. Belki de en çok bildiğimiz alıştığımız odur. Ya da sadece baskın çıkma üzerine bir tecrübemiz varsa küçük bir tartışmayı bile alevlendire de biliriz.
Empatiyi, alttan alma dilini öğrenmemişsek; ne özür dileriz, ne de kendi içimize bakıp “nasıl daha iyi olabilirdi?” diye sorabiliriz.
Kimliklerimizden biri çok baskınsa; örneğin işten eve gelince “işteki sen” de eve geliyorsa, evde uyum nasıl olacak? İşyerinde bizi başarılı kılan davranışlarımız, evdeki hayatımıza aynı düzeyde katkı sağlar mı?
Baskı ile yönetme dışında bir yeteneğimiz yoksa gittikçe daha da sertleşebiliriz, otoriterleşiriz. Sorunlara yeni çözüm üretme yeteneğimiz yoksa hep geçmişe takılıp eskiyi suçlarız. Umut vaat edemeyince daha kötüsü ile korkutmak, korku egemenliği yaratmayı geçici çözüm gibi görebiliriz.
Yurtdışına tatile gidip o ülkenin yöresel yemeklerini tatmak yerine bir dönercide veya bilinen fastfood zincirinde karar kılma hangi kısıtın sonucudur?
Hepsi bizim çaresizliğimiz, eksikliğimiz, sınırlarımız, korkularımız ve hayata ilişkin algılarımızla ilgili değil mi?
Ne çok değişik anahtarımız varsa o kadar çok kapıyı aralarız.
Yeni bir şey söylemek ve/veya farklı bir yanıt almak için yeni bir şey bilmek, deneyimlemek buna açık olmak gerekir. Çeşitlilik, farklılık, esneklik bize yeni dengeleri sağlayacak, yeni çözümler üretecek, yeni ufuklar açacaktır.
Ne maymuncuk gibi her kapıya uygun olmak, ne çilingir gibi her kapıyı açabilmek mümkün. Her şeye verilecek bir yanıt, her soruna bir çözüm bulma hali değil beklenen. Hayatı, olabildiğince tüm renkleri ile kabul edebilmek ve kendi eylemlerimizi, tepkilerimizi, hayat anlamımızı oluşturabilmek hali. Kendimizi öğrenmeye, geliştirmeye olabileceklere karşı açma hali belki.
Hayatta olalım, hayatın içinde olalım, açık olalım.